Genç bir öğretmen olarak kendimce yorumlayayım;
İlk kısım kimlerin öğretmenlik mesleğini seçtiği ile ilgili. Öğretmenlik üst başarı grubunda yer alan öğrencilerin seçtiği bir meslek değil. Bu benim şahsi gözlemime dayalı bir çıkarım. Öğretmenlik, polislik ve askerlik çoğu zaman orta direk ve yoksul denilebilecek ailelerin çocuklarının seçtiği mesleklerin başında geliyor. Nedeni ise bir bakıma kendilerini devlet güvencesine almak istemelerinden kaynaklanıyor. Ek olarak en zeki ve başarılı fizikçiler, matematikçiler, ufku geniş insanlar öğretmenlik mesleğini seçmiyor. Bu öğrencilerin hedefleri yukarıda mühendis ya da hekim olmayı tercih ediyorlar. Bu tercihlerde mesleklerin aylık gelir durumları da etkili. Kafası zehir gibi işleyen (yazılıma değinmişsiniz yukarıda oradan örnek vermeye çalışayım) kodlar yazabilen bir adam ben gideyim de bilişim teknolojileri öğretmeni olayım okulda çocuklara excel öğreteyim diye düşünmez.
Ek olarak eğitim fakültesi puanları oldukça düşük ve insanlar bir bölüm kazanamazsam öğretmen olurum diyor. Toplumun algısı da bu yönde. Bende bunlardan biriydim, üniversite tercih dönemimde bir hedefim yoktu ve eğitim fakültesi yazdım (vizyona bak). Tonlarca böyle adam var ve şuan hepsi öğretmenlik yapıyor. Formasyon dağıtan fen-edebiyat fakültelerinden bahsetmiyorum bile. Fizik yapmadan fizik bölümüne girmeniz mümkün.
Bu kısım akademik başarıyı arttırma ile ilgili olacak. Ben lisans eğitimim boyunca öğrendiğim bilginin neredeyse çok az bir kısmını kullanabiliyorum. Kafamda planladığım etkinliklerin az bir kısmını gerçekleştirebiliyorum. Sistemin insanların hevesini körelttiği de bir gerçek.Öncelikle işlenmesi gereken müfredat belli bunun dışına hiçbir şekilde çıkamazsın, anlatmanın gereksiz olduğu ya da anlatılması gereken daha önemli konular olduğunu bildiğin halde plan senin elini kolunu bağlıyor. Bu planda hangi ayın hangi haftası kaçıncı saatte ne anlatacağın bellidir dışarı çıkamıyorsun. Öğrenmeye hevesli öğrenciler ya da ilgili veliler geliyor çocuklar için ek kaynak öneremiyoruz. Nedeni şudur il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri okullara resmi yazı göndererek hiçbir şekilde herhangi bir ek kaynak aldırılmamasını aksi taktirde işlem başlatılacağını söylüyor. Kendin ders içi etkinliklerinde ek bir kitap kullanmaya kalksan o bile sorun millet elinde dolaşmak istemiyor. Çünkü fetö ile ilgilendirilen onlarca yayın evi var sen hangisi yasaklı hangisi değil takip edemiyorsun. Birinin bir ispiyonuna bakıyor işler eğer savunmanı alırlarsa şanslısın.
Öğretmenlerin kendini geliştirmesi konusuna değineyim. Üniversite eğitimini tamamlamış her genç birey gibi öğretmen adayları da at gibi yarıştırılarak bir bakıma gelişimi önleniyor. Öğretmenin 2 seçeneği vardır: devlet okulu ya da özel okul. Özel okul = kölelik. Özlük haklarının çok az bir kısmından başlatılıyorsun. Minimum maaş, maksimum iş yükü mantığı var. Haftasonu avm de stand açıp öğrenci avına çıkıyorsun. Duruma göre asgari altı teklif eden okullar bile var. İtiraz etsen adamın masasında 100-200 cv daha var. Sen işi yapmazsan başkası bu paraya bu işi yapar mantığı hakim.
Devlet okullarına giden süreç sancılı. KPSS sınavına ek olarak alan sınavı getirildi birkaç yıl önce. Öğrencileri kendi branşlarında bile perişan eden bir sınav. Ben bu sınava girdiğimde 6-7 sorunun hangi dersten olduğunu bile anlayamamıştım. Onuda atlatabilirsen atanıyordun (ben bu seneye dahilim iyi-kötü kendimi kurtardım). Ondan sonraki sene aday öğretmensiniz. Bir senelik çalışma ve hizmet içi eğitimlerin sonunda asil öğretmenliğe geçiş sınavına tabisiniz. Bunu ilk sene geçemezseniz görev yeriniz değişiyor, ikinci defa geçemezseniz ilişiğiniz kesiliyor. Bu sistemin iyi haliydi. Birde sendika muhabbeti var. Siyasi baskıya göre sendikaya (çoğu zaman yarı mecburi bir ortamda) üye yapılıyorsun. En güçlü sendika kimin görüşündeydi söylemeye gerek yok.
Bam, sistem değişti. Artık öğretmenler kadrolu atanmıyor. Hepsi sözleşmeli atanıyor ve mülakat sistemi var. Kpss yi atlattın, alan sınavını atlattın, güvenlik soruşturmasını atlattın. Mülakatın ne anlama geldiğini açıklamama gerek yok. Neyse mülakatı da geçtin diyelim.
Tebrikler atandınız. Bitlis/Hizan Çayırköyü bilmem ne ortaokuluna hoş geldiniz. Dört sene tayin istemeyeceksin, asil öğretmenliği kazanırsan kadronu veriyoruz. Ha bu arada evlenmeyi düşünürsen eş durumundan tayin isteyemezsin.
Şimdi bu adam yeri gelip elektriğin suyun olmadığı, telefonun karşıki tepeden çektiği köyümüzde kendini nasıl geliştirecek. Buradaki adam çıkıp Paris'te müzeleri mi gezsin? Burdaki adam kendi derdine düşüp çekiyor kaderini.
Asıl vurucu nokta öğretmenler arasındaki ayrım. Kadrolu Öğretmen/Sözleşmeli Öğretmen/Ücretli Öğretmen. Bu adamlar öğretmenler odasında yan yana bile oturamıyor. Resmen hiyerarşik bir üstünlük var psikolojik olarak. Öğrenciler de bu durumun farkında öğretmen ücretliyse kimse takmıyor resmen. Kadrolu haftada 30 saat derse girsin, ücretli 30 saat derse girsin maaşlar arasında %35-40 fark var. Adamlar geçici süreli işçi statüsünde. Eğitim fakültesi okuma şartı da yok ve sistemde bu adamlardan bir dünya var.
Kabaca aklıma gelenler bunlar. Sürecin çoğu yerinde sıkıntılar mevcut. Bir şekilde atanıp sisteme dahil olana kadar beyni gidiyor aten. Tüm öğretmenler tüm sıkıntıların farkında fakat süreçte hiçbir iyileştirme mevcut değil. Öğretmen dayanışması için sendikalar mevcut. Hiçbir işe yaramıyorlardı. Sadece öğretmenin hangi siyasi düşünceye sahip olduğunu ayırmaya yönelik çalışıyordu desem yalan olmaz. Darbe olayından sonra bitti, sendika falan kalmadı.
Emin ol öğretmenler de durumdan iliklerine kadar rahatsız. Öğretmenler odasında fikrini özgürce söyleyemiyorsun hepimiz geçiştirici yüzeysel cevaplar veriyoruz. Saçma salak herifin bir lafıyla bir khk ile ihraç edilsek hayatımız feci etkilenecek. Sorunun çoğu siyasi ortamdan etkileniyor. İşinin ehli kişiler sorunu çözebilir ama talim terbiye kurulu komisyonu üyesi sayın cumhurbaşkanımızın eski şöförü olduğu için o neyi uygun görürse biz konuyu paşa paşa anlatırız.