Alfaloji Forum

Sitemizde şu anda bakım yapılmaktadır. Üyelik istekleri ve konular bakım sonrasında onaylanacaktır.

Platon’un Mağara Alegorisi: Özgür olmak ya da olmamak

Katılım
25 Haziran 2018
Mesajlar
96
Tepkime puanı
145
Şehir
Denizli
Her birimiz özgürlüğümüzü istiyoruz. Fakat biliyoruz ki sınırları olan bir canlıyız. Gözlerimiz belli bir açıyla belli bir uzaklığı görebiliyor, kulaklarımız belli bir frekans aralığını duyabiliyor ve diğer duyularımızın da algı düzeyi sınırlı. Bunun dışında toplum olarak yaşamanın da getirdiği sınırlar var; gelenekler, kurallar, yasalar… O zaman tekrar düşünelim. Özgür olmak istiyoruz ama hangi ‘sınırlar’ içerisinde özgür olabiliyoruz?
Platon’un meşhur mağara metaforu bana göre durumu en güzel biçimde açıklıyor. Mağarada insanlar sabitlenmiş bir halde sadece karşılarındaki duvarı görebilecekleri şekilde oturuyorlar. Sağa sola dönemiyorlar. Karşılarındaki duvardan bir takım imgeler geçiyor ve bir takım sesler çıkıyor. İnsanlar başka bir yere bakamadıkları için hatta mağarada bile olduklarını bilmedikleri için yegane gerçekliğin bu karşılarında geçen imgeler olduğunu ve o imgeler geçerken duydukları sesin de o imgelerin adı olduğunu düşünüyorlar.
Bir noktada aralarından birkaçı zincirlerini gevşetmeyi başarıyor ve tek bir yöne değil içinde bulundukları mekana 36o derece bakabiliyorlar. Bu şekilde görüyorlar ki o yegane gerçeklik olarak düşündükleri imgeler aslında arkalarındaki bir ateşin önünden geçen insanlar ve insanların taşıdıkları nesnelerin yarattığı gölgeler. Bu duvardaki yansımalar ve yansımaların oluşmasını sağlayan birilerinin taşıdıkları nesneler bu dünyaya ait ve oradaki ateş bu dünyanın işleyişinin temel kaynağı olarak tasvir ediliyor.
İnsanların taşıdıkları nesneler bildiğimiz anlamda algı nesneleri değil, o nesneler bu dünyanın işleyişine ve kurgusallığına gönderme yapıyor. Taşınılan şeyler toplumu şekillendiren gelenekler ve ideolojiler olarak düşünülebilir. Sonuçta insanlar mağarada olduklarını fark ediyor.
Daha önce yegane gerçeklik olduğunu düşündükleri şeyin aslında bir yansımadan ibaret olduğunun ayırdına varıyorlar. Bir şekilde mağaranın dışına çıkıldığında – bunu ilk önce akıl etmek lazım- güneşin parlaklığının hakim olduğu bir dünyaya ulaşınca mağaranın loşluğuna alışıldığı için güneşin ışığı onları geçici olarak kör yapıyor
Bu geçici körlük yolunu kaybetmişlik şaşkınlık halini simgeliyor. Yavaş yavaş güneşin parlaklığına alışınca toprağa bakıp etraflarındaki şeylerin gölgesini görüyorlar. Önce yansıma sonra göz alışınca etraflarındakileri görebilecek hale geliyorlar. Bu alemde varolan her şeyin ve bunları görmemizi mümkün kılan prensibin güneş olduğunu en sonunda fark ediyorlar. Fakat içeride hala zincirlerine bağlı insanların olduğu akıllarına geliyor.
Özgürlüğüne kavuşmuş insan
Belki de o çok istedikleri özgürlüğe ulaştılar fakat geride bıraktıkları var. Dışarıda nasıl bir yaşam sürebilirler onlar olmadan? Daha sonra gerideki tutsak insanları bırakamayacaklarını anlayıp mağaraya geri dönüyorlar. İşte tam da bu noktada özgürlüğüne kavuşmuş insan dönüp arkaya bakıyor ve bir başkasının tutsaklığını aklına getirdiği an özgürlüğünden vazgeçiyor.
Bu metaforları her birimiz kendi hayatımız için farklı şekillerde tahayyül edip ne demek istendiğini anlayabiliriz. Yani açıkçası bu dünyada bütün toplumun bireylerinin özgürlüğü diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil.
Bu tutsaklığımıza bazen farkında olarak bazen de farkında olmayarak öylesine bağlıyız, öylesine tutsağız ki özgürlük dediğimiz sadece kendi alanımızda kendi aklımızda, kendimizle kurduğumuz ilişkide var olabilir. Metafor ile açıklamak gerekirse ; özgürlüğümden vazgeçmek zorunda olup tekrar mağaraya döndüğümde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çünkü artık yegane gerçekliğin ne olduğunu biliyorum.
Kafamın içinde bir dünya yaratıyorum ve orada dışarıda olduğumu hayal ediyorum, gördüğüm nesneleri hayal ediyorum ve daha da önemlisi güneşi hayal ediyorum. Artık özgürüm diyebildiğim tek yer aklım. Düşünebildiğim, hayal edebildiğim yerde yani aklımın içinde özgürüm.
Yalnız dışarıdan gelen düşünmediğimiz bir etken daha var
Toplumsal yaşamı düşünelim. Toplum dediğimiz yapı içerisinde var olan ortak düşünceler ve bu düşüncelerin bireyin üstündeki baskısını düşünelim. Kendimizle kurduğumuz ilişki önemlidir fakat diğer insanlarla, toplumla kurduğumuz ilişki de günlük yaşantımızı aynı derecede etkiler.
Yaşadığınız toplumdaki ortak düşüncelere karşıysanız? Daha da kritik boyutu; toplum bu farklı bakış açılarını duymayı dahi istemiyor ve baskı altında tutuyorsa hala birey kendi özel alanımda, kendimle kurduğum ilişkide özgürüm diyebilir mi? Sonunda anlıyorum ki; tutsak bir insanım, bir mağaranın içinde ve toplumun baskılarına maruz kalan aklımın içinde özgürlüğü tadıyorum, yaşayamıyorum. Tutsağım hayatıma ve kurtulamıyorum ama daha da önemlisi kurtulmamayı da bir noktada kendim seçiyorum.
 
Son düzenleme:
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst